Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Seçimler Yaklaşırken Kadın Temsili Sorunu …

Untitled-2 copy

İnsan bedeninin erkek ya da dişi olarak tanımlanmasına neden olan anatomik farklılıklar olsa da günümüzdeki toplumsal cinsiyet ayrımcılığının sebebi aslında biyolojik değildir.  Bu ayrımcılığın temelinde toplumsal cinsiyete bakış açısının rolü büyüktür.

Toplumsal cinsiyet, “kadınlık” ve “erkeklik” kimliklerinin tanımlanması ve toplumsal rollerin açıklanmasında çok önemli bir kavramdır. Toplumsal cinsiyet, hayatlarımızın her alanını etkileyen ve düzenleyen ikili bir sistemdir.  Zamanla ve mekânla değişebilen dinamik bir yapı gösteren toplumsal cinsiyet, kadın ve erkek arasında hiyerarşik bir sistem yaratır. Günümüz toplumunda bu sistem erkekler için özne/ olumlu taraf olarak tanımlanırken,  kadınlar için ise pasif/olumsuz olarak kodlanır.

Tüm toplumların değişmez bir parçası olan kadınlar ve erkeklerin her ne kadar anayasalarda ve diğer hukuki ve siyasi düzenlemelerde eşit değere sahip oldukları ve eşit haklardan yararlandıkları ifade edilse bile,  günümüzde dünyanın en gelişmiş ülkelerinde dahi kadın-erkek eşitliğinin eksiksiz bir şekilde uygulandığını söylemek mümkün değildir. Temsildeki eşitlik kadınların ve erkeklerin eşit sayıda temsilini ifade eder. Siyasal temsil eşitsizliğine örnek olarak,  kadınların dünya nüfusunun yüzde 52’sini oluşturmalarına rağmen, dünya genelinde ulusal hükümetlerdeki temsil oranlarının ancak yüzde 15 olması yeterlidir.

Günümüzde cinsiyetlerin eşitsiz temsil edilmesi sorunu, temsili demokrasilerin temellerini tartışma konusu haline getirmektedir. Siyasal temsil eşitliğinin sağlanması için tüm dünyada genellikle seçimlerde kota sistemi uygulaması yapılmaktadır.

Bugünün siyasetinde hiç kuşkusuz toplumsallaşmanın önemi büyüktür. Yüzyıllardır yönetimi elinde bulunduran -batı ya da doğu fark etmez- erkekler, kadınlar üstünde kurmuş oldukları tahakkümle, içinde bulunulan kültürün idealize ettiği, kurgulanmış kadın tipolojilerini medya yoluyla yeniden biçimlendirmekte ve meşrulaştırmaktadır. İktidarı ellerinde bulunduran erkekler,  toplumsal formasyonun şekillendiricileri, toplumu yönlendirici egemen fikir ve tasarımlarının belirleyicileri olmuştur. Medyada yansıyan kadınlığa dair roller, o toplumun kadına genel bakışını bize sergiler. Medya, mevcut olanın  resmini sunduğu gibi, olması gerekeninde pekiştirilmesine katkıda bulunur.

Kadının uluslararası ve ulusal siyasette ve  karar  alma-mekanizmalarındaki  eksik  ve  yetersiz  temsili,  rakamsal  açıdan  temsil  ve katılım eksikliğinin ötesinde bir anlam içermektedir. Kadının siyasetteki ve karar alma mekanizmalarındaki sayısal varlığının artması sadece adalet ve eşitliği sağlanmanın bir gereği olarak düşünülmemelidir. Esasen uluslararası siyasette ve yönetim mekanizmalarında kadın bakış  açısının  ve  kadın tecrübesinin daha fazla görünür ve hakim kılınmasıyla, kadınların sorunlarının ve  önceliklerinin  hem  kamusal  hem  de  özel  alanda  örgütlenmesinin  ve işleyişinin  sadece erkeklerin değil kadınların da çıkarını gözetecek biçimde gerçekleştirilmesi mümkün olacaktır.

Siyasete yön veren bazı faktörler vardır. Bunlardan birincisi Medya diğeri de Eğitimdir.  Medya, yığınlara bir fikri aşılamanın ve bir düşünceye aşina olmalarını sağlamanın en etkili yoludur. Toplumun düşünce çerçevesini belirleyerek, etkilediği toplumun büyük bir kısmının tek bir düşünceye sahip olmasını sağlayabilecek bir kapasiteye sahiptir.

Eğitim sistemi ve kitle iletişim araçları, kadının toplum içerisinde rollerini biçimlendirmede etkilidir. Bir yandan okul kitaplarında kullanılan dil ve semboller, diğer yandan çoğu reklamda kadının oynadığı rollerin ev içi görevlerle sınırlanmasının etkisiyle toplumda bir kadın modeli oluşturulmakta ve beklenen davranış kalıpları kadınlara yüklenmektedir. Kadınlar açısından eşitsizlik, sosyal kurumlar bakımından gözlemlenebilmektedir. Toplumsal cinsiyetin süreçlerde, uygulamalarda, imaj ve ideolojiler ile sosyal yaşamın çeşitli alanlarındaki güç dağılımında yer alması ve toplumsal katılım üzerinde tehdit oluşturması anlamına gelmektedir. Genel olarak kadınların siyaseti “erkek işi” olarak algılamaları, buna karşın siyasetin de ataerkil formlar içermesinden dolayı güç-iktidar ilişkisini geleneksel yapının bir devamı şeklinde yeniden üretmesi, kadınların siyasal katılımda “oy vermekten” öteye gitmeyen davranışlarda kalıp çekimserliklerini doğurabilmektedir.

Kadınların bütün kurumlara katılımını sağlayan gelişmelere rağmen, merkezi kurumlarda hala erkekler egemendir. Kadının odak olduğu, ikincil bir rol ile tanımlandığı ve tam katılım sağladığı tek kurum ise, ailedir.

Kadınların bu olumsuz durumdan kurtulması için, toplumsal cinsiyet tabakalaşmasını ortadan kaldırmak ve ayrımcılığı sonlandırmak kadar kadınlar için sosyal eşitliği sağlayacak bir siyasal katılım ortamı sağlamakta gerekmektedir.

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) 1979 yılında kabul edilmiştir. Ayrıca, kadın ve erkek arasında var olan hukuki eşitliğin kadınlar lehine bozularak uygulanmasını ifade eden ‘pozitif ayırımcılığa’ yönelik politikalar özellikle Avrupa Birliği tarafından benimsenmiş ve üye ülkeleri bağlayan hukuki bir nitelik kazanmıştır. Kadınların siyasi partilerin ya da sendikaların yönetimlerinde ve parlamentoda yer alabilmeleri için kotalar, eğitim olanaklarından yararlanabilmeleri veya işlerinde daha üst kademelere yükselmelerinde tanınan öncelikler ile kadınların ekonomik, toplumsal ve siyasal katılımında bu uygulamalar kapsamında çalışmalar yapılmıştır.

Kuşkusuz, belirtilen öneriler kadar cinsiyet eşitsizliğini çevreleyen koşul ve ortamda değişiklik gerçekleştirilerek kadın ve erkek rollerinin yeniden tanımlanması yerinde olacaktır. Geleneksel cinsiyet rollerinin değişiminde ailenin yanısıra, okul, din, medya gibi sosyal kurumlara da önemli görevler düşmektedir. Sosyalleşme süreci ve aldığı eğitimle sosyal konumunu sorgulamadan kabul eden kadın, artan sorumlulukları nedeniyle toplumsal katılımın getirebileceği avantajları kullanamamaktadır. Çalışan kadın gerçeği bağlamında, kadının topluma ilgisizliği ile kendisine ilgisizliği birbirini doğuran ya da besleyen bir kısır döngü oluşturmakta ve bu durum değişmedikçe kadına yönelik eşitlikçi politikaların yararlı olması mümkün olmamaktadır.

Toplumsal bir dönüşüm ve adaletli bir temsil için eşitsizliği giderecek toplumsal bir bilinç oluşturma çabasına ihtiyaç vardır. Bu çabada hiç şüphesiz medyaya çok büyük görevler düşmektedir.

Medyanın gündelik hayatın akışını adeta tanzim eden rolü artık yadsınamaz boyutlardadır. Paralel olarak bireyin ve toplumun dönüşümünü etkileme, geliştirme anlamında da, medyanın insan hayatındaki yeri yeni iletişim teknolojileri ile birlikte hızla genişlemektedir.

Medya, teknoloji alanında kaydedilen gelişmelere paralel olarak yeni iletişim araçlarının da devreye girmesiyle beraber toplumsal yaşantının her alanındadır. Sinemadan televizyona, gazeteden internete, video kliplerden reklâmlara kadar yazılı ya da yazılı olmayan çok değişik biçimlerde üretilen medya metinleri, çok çeşitli iletişim araçları aracılığıyla bireylere ulaşmaktadır. Yaşanan bu değişim doğrultusunda medya, bireylerin düşüncelerinin, davranışlarının ve değer yargılarının oluşumunda ve değişiminde önemli bir role sahiptir.

Günümüz dünyasının anahtar kavramı eşitliktir. Eşitliği tetiklemenin temel unsuru, konunun algılanma ve algılatma biçimine endekslidir. Bu bağlamda cinsiyet eşitlikçi bir bakış açısının toplumun tüm kesimleri nezdinde benimsenmesi, yaygınlaşması bakımından medyada kadının konumlanışı toplumun konuya yönelik algı ve tutumlarının biçimlenmesindeki kritik faktördür.

Medyanın toplumsal değişime karşı nasıl bir pozisyon aldığı bu noktada önem kazanmaktadır. Medya, kalıp yargıları sahiplenmeye devam ederek, adeta genlere kadar işlemiş cinsiyetçi bakış açısıyla, kadınların gelişimini yeterince fark edemeyerek toplumsal dönüşümü yavaşlatacak mı yoksa bu dönüşümü derinden kavrayarak dönüşümün kalbinde mi yer alacaktır?

Medya, neyin dikkate değer olduğunu ve toplumun neleri görmesi ve duyması gerektiğini belirleyerek önemli bir işlev üstlenmektedir. Günümüz dünyasında medya, toplumun önemli bir sosyalleşme ve uyum sağlama mekanizmasıdır. Medyadaki temsiller, özellikle çocuklar, gençler ve aynı zamanda yetişkinler için örnek teşkil etmektedir. Temsiller içinde yer alınan kültürden de devralınmakta ve içselleştirilerek benliğin bir parçası haline getirilmektedir. Bu bağlamda, temsiller son derece önemli politik önem de taşımaktadır.

Medya aynı zamanda toplumsal değerlerin ne olduğunu, neyin “doğru” ve neyin “yanlış” olduğunu göstermektedir. Medyada yer alan temsillerde basmakalıp toplumsal cinsiyet rolleri pek çok kez yeniden üretilmekte ve onaylanmaktadır. Birçok araştırmanın da ortaya çıkardığı gibi medyada erkek ve kadın temsillerinin tek tip ve klişe bir biçimde sunulması, toplumdaki geleneksel eğilimleri desteklemektedir. Çünkü medya ve özellikle televizyon birçok kişi için gündelik hayatın üstesinden gelinmesinde uyum sağlamayı kolaylaştırma işlevine sahiptir.

Medyayı takip eden bireylerin medyadan ne kadar etkilendiği ve medyanın gerçekten ne kadar ‘güce’ sahip olduğu da önemlidir. Medyanın etkileri konusunda araştırma yapan kuramcılar, davranış üzerindeki doğrudan ya da dolaylı etkilerine dikkat çekmektedir.

Medya, insanların hayatında bu denli önemli bir yere sahip olarak toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında toplumsal dönüşümü olumlu etkileme imkânına sahiptir. Keza toplumda toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik mevcut olumsuz ön kabuller, önyargılar, klişeler göz önüne alındığında medyanın önemi daha da artmakta ve olumsuzlukları yeniden üretip pekiştirmesi de söz konusu olmaktadır. Medya özetle toplumsal dönüşümü negatif ve pozitif yönde etkileyebilecek mecralar bütünüdür. Kadınların siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik hayata katılımını sağlayacak tüm haklardan erkeklerle eşit şekilde yararlanmaları üst seviyede desteklenmesi gerekli  bir konudur. Cinsiyet ayrımı ve eşitlikle ilgili toplumsal anlayış ve davranış biçimlerini gözden geçirme, sorgulama ve değiştirmenin, yani bir zihniyet değişikliğinin gerekliliği öne çıkmaktadır. Bu zihniyet değişikliğini sağlamak için en önemli paydaş olarak “medya” göze çarpmaktadır.

Cinsiyet ayrımcılığının sonlandırılması yönündeki tüm çabalar, demokratik toplum idealinin gerçekleştirilmesine yönelik gerekliliklerdir. Kadın erkek eşitliğinin sağlanması için verilen mücadele, bir demokrasi mücadelesidir. Enformasyon çağını yaşayan günümüz dünyasında kadınların siyasette konumlanabilmesinde en güçlü unsurlardan biri medyadır. Medyanın bu dönüşümü ayrımcılıkla mücadeleye etkin katkı sağlaması halinde kazanan, bu mecraların da parçası olduğu insanlık olacaktır.

Türkiye’de yapılan medya algısı çalışmalarındaki sonuçlar da dikkate değerdir. Medya Profesyonellerinin ve Medyanın Aile Algısı Araştırmasına (Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, 2010) göre katılımcıları büyük bir oranı medyanın aile değerleri üzerinde etkili olduğunu düşünmektedirler (% 76). Eğitim düzeyi arttıkça bu görüşe katılım artmaktadır. Grubun yarıya yakını (% 46) medyayı olumsuz davranışları azaltma aracı olarak görmektedir. Medyanın geleneksel cinsiyet rollerini etkileyebileceği görüşüne katılım oranı nispeten yüksektir (% 59). Katılımcıların yarıdan fazlası (% 55) medyanın aile yapısını olumsuz etkilediği kanaatindedir. Televizyon Izleme Eğilimleri Araştırması’nda da (RTÜK, 2009), televizyonun kültür, örf ve adetlerin gelişmesine yardımcı ve çocukların sosyal gelişimine olumlu etkisi olduğu düşüncesi % 45.1 oranında destek görmektedir. Kadın izler kitleye yönelik yapılan ve bu alanda çok istisnai olan “Televizyon ve Kadın” isimli çalışmaya göre de kadınların yarıdan fazlası az ya da çok televizyondan etkilendiğini belirtmektedir.

Türkiye’de bir yurttaşın günlük ortalama televizyon izleme süresi dikkate alındığında medyanın ve özellikle televizyonun toplumu yetiştirmede ve değiştirmede ne kadar önemli olduğunu gösterir. Radyo Televizyon Üst Kurulu [RTÜK] göre ortalama bir Türk vatandaşı günde 4,3 saat televizyon izlemekte, internet kullanımı da 1 saatten fazladır .  Bu süreler aslında insanların medya ile ne kadar yoğun bir ilişki kurduğunu; aileleri ya da arkadaşlarıyla geçirdiği zamandan daha fazlasını medya ile geçirebildiğini ortaya koymaktadır. Böylelikle günümüzde bireylerin medya ile kurduğu ilişkilenme biçimi, kişisel ilişkilerin bile önünde yer alabilmektedir.

Kadınların televizyonda nasıl temsil edildiklerinin yanında ne kadar temsil edildikleri de önemlidir. Medyada ne kadar olumlu görünülürse olumlu değişimler de o oranda olacaktır. 2010 yılında Parlamenter Meclisi tarafından alınan 1751 sayılı Karar’da yapılan tespitlere göre kadınlar, kalıplaşmış yargıların kurbanı olarak medyada çok az temsil edilmektedir. Kadın temsil edildiğinde de ya evdedir ya cinsel bir nesnedir. Buna karşın erkek ise profesyonel ve politik hayatta, yetenekli ve güçlü bir lider olarak temsil edilmektedir. Kadın ve erkeği geleneksel kabul edilmiş rollere hapseden medyadaki bu kalıplaşmış cinsel yargıların sürekliliği, cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına engel olmaktadır.

Küresel Medya Izleme Projesi’ne göre (2010) dünya nüfusunun %52’sini oluşturan kadınlar, medya haberlerinin ancak % 21’ine konu olmaktadır. Kadınlar haberlerde konu olarak yer aldıklarında daha çok sanat, sosyal konular, suç, şiddet gibi konularda görülmektedir. Hukukla ilgili haberlerin % 8’inde kadın, özne durumundadır. Politika alanındaki haberlerde ise kadınlar nadiren yer almaktadır. Araştırmanın Türkiye sonuçlarına göre haberin öznesi durumundaki kişilerin % 76’sını erkekler, sadece % 24’ünü kadınlar oluşturmaktadır. Gazetelerdeki haberlerin % 25’inde de kadın, haberin öznesi durumundadır.

Medya unsurlarındaki gösterimlere göre erkek kadın eşitsizliklerini örnekleyelim:

Televizyonda incelenen haber-siyasi tartışma programlarını tasarlayan ve sunanların, ana haber bültenlerinde gündemin önemli maddelerini yorumlayanların da neredeyse tamamı erkektir. Aynı biçimde söz konusu programlara tartışmacı ve/veya uzman olarak katılan kadınların oranı ise % 11’dir.

Televizyon dizilerindeki erkek imgesini ele alan ve televizyon dizilerinde yer alan onlarca karakterin incelendiği bir çalışmada kadınların edilgen, hoşgörülü, zayıf, saf/güzel, çekici, bakımlı, ince, ikincil ve yardımcı konumda, eşine destek, bakıcı, güzellik ve moda konuları hakkında konuşan ve dedikoducu; erkeklerin ise hükmeden, cesur, saldırgan, rekabetçi, korkusuz / takım elbiseli, ‘ağır’, / yönetici, etken, patron / ava giden, kumar oynayan, siyasetle uğraşan olarak temsil edildiği görülmektedir.

Gazetelerde kadınların temsil ediliş biçimleri incelendiğinde en dikkat çekici durum, gazetelerin birinci sayfalarında kadınların neredeyse olmamasıdır. Baş sayfaların sadece beşte birinde kadınlar yer bulmaktadır. Kadınların konu olduğu birinci sayfadaki iki haberden biri ise magazindir. Çünkü birinci sayfalar ağırlıklı olarak iç ve dış politika, ekonomi gibi genellikle erkeklerin ilgi alanına girdiği varsayılan konulara ayrılmıştır.

Siyaset, ekonomi, hukuk gibi konularda haber kaynağı ya da fikir alınacak uzman olarak ise genelde erkekler tercih edilmektedir. Kadınlar için hazırlanan haberler olarak adlandırılan kültür, sanat, moda, sağlık, magazin vs. haberleri ise gazetelerin orta ve son sayfalarında ya da eklerde yer almakta ve bu sayfalarda kadınlara genellikle çocuk bakımı, kişisel bakım, diyet vb. konularda kaynak ya da uzman olarak başvurulmaktadır.

Siyaset alanındaki kadınlarla ilgili haberlerde ise çocuğu için fedakârlıkta bulunan ünlü siyasetçiler, günlük gazetelerde sıkça yer alan haber konuları arasındadır. Bir iş kadını ya da kadın siyasetçiyle yapılan söyleşilerde bile mutlaka o kişinin en iyi yaptığı yemeklere ya da çocukları ve/veya eşiyle geçirdiği zamana ilişkin sorular sorulmakta, bu bağlamda fotoğraflar kullanılmaktadır. Kadın siyasetçilerin haberleştirilmesinde siyasetçi kimliklerinden ziyade kadın kimlikleri, saç modeli ve kıyafeti gibi görsel öğeler ön plana çıkarılmaktadır. Değişik ülkelerden verilecek örneklerde de durum değişmemektedir. Örneğin Yeni Zelanda’nın Başbakanının kadın; kadın politikacılarının oranının %32 olduğu dönemde dahi gazetelerdeki politika haberlerinin %18’inde kadınlar yer almıştır. Güney Afrika Cumhuriyeti’nden bir örnekte ise kadın politikacıların erkek meslektaşlarına göre yargılamaya daha sık maruz kalmakta olduğu ortaya konmaktadır. Kimi çalışmalara göreyse medya, erkeklerin hatalarıyla da ilgilenmekte ama kadınlar hata yaptığında onlara karşı daha acımasız olmaktadır.

Haber medyalarının genel olarak kadın politikacıları eylemlerinden çok kişiliklerinden dolayı eleştirdiği görülmektedir. Kadın politikacıların gazetecilerin değerlendirmelerine konu olmasıyla ilgili bir örnek ise durumu tek başına anlaşılır kılabilmektedir. Ingiliz futboluyla ilgili radikal bir karar alan Margaret Thatcher şöyle değerlendirilmiştir: “O kararı kadın haliyle Ingiltere Başbakanı Thatcher almıştı!”.

Medyada  eşit temsil, kadınların siyaset yapmalarına hem teşvik edici hem de katkı sağlayıcı önemli bir güç olacaktır. Bunun için kadınların medyada karar verici mekanizmalarda yer almasının teşvik edilmesi gereklidir. Medya, tıpkı ülke yönetimleri gibi genel anlamda erkek hakimiyeti altındadır. Bu sebeple medya kendi bünyesindeki değişimleri istemeyecektir. Ayrımcılığın yok edilmesi ve kadınların politikaya atılmasında  katkı sağlaması için medyanın ülkenin yarısını oluşturan kadınlar tarafından dikkatlice takip edilmesi, ayrımcılık uygulamalarını teşhir etmesi ve aylık, haftalık raporlarla kamuoyunu bilgilendirmesi gerekir. Teşhir ve  kamuoyunu bilgilendirme, caydırıcılık sağlayacaktır. Temsilde adaletin sağlanabilmesi için mutlaka medyanın kadınlara bakışının değiştirilmesi gereklidir. Bu da evrensel bir bilinç, farkındalık ve dönüşümle olur.

Sonuç  olarak, nüfusun yarısının kadınların oluşturduğu bir ülkede, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı erkek egemen yapıyı ‘örf adet gelenek’ maskesi ile meşrulaştırarak, kadın kimliğini ‘aile politikaları’ içinde eriten, şiddete kurban eden, kadının siyaset ve iş dünyasındaki yerini ‘destek hizmetleri’ olarak planlayan zihniyete karşı çıkılması gereklidir. Demokrasi ve eşit yurttaşlık ilkeleriyle bağdaşmayan bu zihniyetin toplumda bir ‘değer’ olarak karşılık bulmasına seyirci kalındıkça yarın daha karanlık bir Türkiye ile karşılaşabiliriz.

Eğitim yoluyla demokratik haklarının bilincine varacak olan kadınlar, medya yoluyla bu kazanımlarını yaygınlaştırılıp toplumsal değer olarak içselleştirilmesini sağlayacaktır.

Kaynakça:

  • Cemal Altan, Eğitim-Siyasal Eğilim İlişkisi: Mersin Örneği, Ü. İktisadi Ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 12, Sayı 1, 2011 313
  • Ercan Geçgin, Türkiye’de Kadınların Siyasal Katılımı:Ankara’da Akp’li Ve Chp’li Kadın Karşılaştırması,“Toplumsal Dönüşümler ve Sosyolojik Yaklaşımlar”,Adnan Menderes Üniversitesi, VI. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ekim 2009 Aydın.
  • Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinde Medyanın Rolü Konulu TBMM Komisyon Raporu, Haziran 2012