HACI
BAYRAM-I VELİ |
|
(Doğum ismi, Numan
bin Ahmed, lakabı "Hacı Bayram"dır. 1352 (H. 753) tarihinde
Ankara’nın Çubuk Çayı üzerinde Zülfadl
(Sol-fasol) köyünde doğdu. Hacı Bayram-ı Veli, 14. ve
15. yüzyıllarda Anadolu’da yetişti. Eserlerini diğer Hacı Bektaşi Veli
yoldaşları gibi Türkçe olarak yazarak Türkçe kullanımını Anadolu'da önemli
şekilde etkiledi.)
Bir Hak
Dostu Hacı Bayram Veli |
Dr. Mümtaz
AYDIN |
Edirne'deki sarayın büyük
salonuna tedirginlik uyandıran bir sessizlik hâkimdi. Sultan 2. Murad'ın (1402–1451) canı sıkkındı; vezirlerin ve diğer
görevlilerin de... Herkes, devlete karşı isyan edeceği haber verilen ve bunun üzerine
padişahın derdest edilerek getirilmesini emrettiği Nûmân
isimli kişiyi bekliyordu. Nihayet Nûmân, görevlilerce
getirildi ve içeriye alınmak için izin istendi. Zanlının suçu oldukça büyüktü:
Devleti ele geçirmek... Devlet, daha yirmi yıl kadar önce, 1402 Ankara Savaşı
sonrasında, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış, Anadolu'da eski
beylikler tekrar bağımsızlıklarını ilân etmeye başlamış; birlik ve beraberlik
Çelebi Mehmed tarafından zor da olsa yeniden
sağlanmıştı. Bu acı günlerin üzerinden çok geçmeden duyulan bu isyan ihbarı
büyük bir endişe uyandırmıştı.
İsyancı olduğu bildirilen kişi hem bir müderris, hem de zühd ve takva içerisinde yaşadığı söylenen bir mutasavvıf, bir gönül insanıydı. Fakat edinilen bilgilere göre, o diğer şeyhlere pek benzemiyordu. Talebeleriyle birlikte hem bizzat tarlalarda çalışıyor, hem de insanlarla sürekli irtibat hâlinde olup sosyal hayatın içinde yer alıyordu. Asıl adı Nûmân olduğu hâlde, bu ismi kullanmıyordu. Çevresinde 'Bayram'; Hacca gittiği ve kendisine ermiş gözüyle bakıldığı için de 'Hacı Bayram Velî' ismiyle anılıyordu. Acaba devlet bu defa da, böyle bir din âliminin isyanıyla mı sarsılacaktı?
Nihayet beklenen kişi içeri
alındı. Fakat padişahın emrettiği gibi elleri zincirli değildi. Yaşlı zâtın içeri girmesiyle salonda bulunanlar büyük bir
şaşkınlığa uğradılar. Çünkü suçlu diye getirilen kişinin bir iftiraya uğradığı
her hâlinden belliydi. Nuranî yüzü herkese emniyet ve itimat telkin ediyordu.
Padişah yanıltıldığını anlamıştı.
Nûmân, Engürü
(Ankara) ilinin Çubuk Çayı üzerindeki Zülfazl (Solfasol) köyünde doğmuştu. Babası çiftçiydi. Küçük yaşta
ilim tahsiline başlayan, Ankara ve Bursa'daki âlimlerin derslerine katılarak,
tefsir, hadîs, fıkıh ve zamanın fen ilimlerinde
yetişen Nûmân, Melike Hâtun
Medresesi'nde (Ankara) müderrislik yapmış, talebe yetiştirmiş ve kısa zamanda
halk arasında sevilip sayılan biri olmuştu.
Fakat Müderris Nûmân'ın ruhunda bir sıkıntı vardı. O, bundan ancak bir mürşid-i kâmilin huzuruna varmakla kurtulabileceğini
biliyordu. Kısa süre içinde konuşmalarının tesiri, bilgisinin genişliği daha
geniş bir çevrede duyulmuştu. Şeyh Hamidüddin, onu
Kayseri'ye çağırmaya karar vermiş ve bir müridiyle haber göndermişti. Nûmân bu daveti duyar duymaz; 'Başüstüne!' diyerek müridi Şücâ-i Karamânî ile Kayseri'ye
gider. Kayseri'de Somuncu Baba olarak bilinen Hamîdeddîn
Velî ile bir kurban bayramında buluşurlar. O zaman Hamîd Velî: "İki bayramı
birden kutluyoruz." buyurarak, Nûmân'a 'Bayram'
lâkabını verir. Hocasının sohbetleriyle kısa zamanda olgunlaşan Nûmân daha sonra onunla birlikte Hacca da gider.
Hocası vefat edince, Nûmân Ankara'ya dönüp müderrisliğin yanı sıra, halka hitap
etmeye, emr-i bi'l-mâ'rûf, nehy-i ani'l-münkerde bulunmaya başlar.
Ayrıca düşüncelerini Anadolu Türkçesi'yle yazdığı şiirlerle de anlatır.
Hacı Bayram Velî,
bu şekilde hem talebelerini yetiştiriyor, hem de belli saatlerde camide
insanlara vâz u nasîhatte
bulunuyordu. İnsanlar Hacı Bayram Velî'nin vaazlarına
koşuyor, ahlâkî güzelliğini gördükçe ona daha çok bağlanıyordu. Her gün huzuruna
pek çok kimse gelir, insanlar buradan dertlerine Allah'ın lütfuyla
şifâ bularak giderlerdi. Talebeleri gün geçtikçe
çoğalmaya başlamış, ismi kısa zamanda her tarafta duyulmuştu. Etrafına çok
sayıda talebenin toplandığını gören bazı haset kimseler padişaha; "Sultânım! Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, bir yol
tutturarak halkı başına toplamış. Bir isyan çıkarmasından korkarız!"
diyerek ona iftiralarda bulunmuş, bunun üzerine de sultan, durumun tetkik
edilmesi için iki kişi vazifelendirip; "O kimseyi hemen gidip huzurumuza
getirin. Emrimize baş kaldırıp isyan ederse, zincire vurarak getirin!"
emrini vermişti.
Ellerindeki padişah fermanıyla
Edirne'den Ankara'ya giden görevlilerin önüne şehrin yakınlarında bir gençle;
yaşlı, nur yüzlü birisi çıkar. Selâmlaştıktan sonra ihtiyar zât:
"Evlâtlarım! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?" diye sorunca,
görevliler: "Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, etrafına adamlar
toplayıp, padişahımıza başkaldırmış. Onu yakalayıp padişahın huzuruna
götüreceğiz." derler. Ulakların bu sözünü bekleyen ihtiyar zât: "Aradığınız Hacı Bayram bu fakirdir."
deyince, ulaklar bir fermana, bir de Hacı Bayram Velî'ye
bakar ve oldukça şaşırırlar. Aradıkları isyancı bu olamazdı. Bu nur yüzlü, hoş
sözlü zât, hiç isyan edecek birine benzemiyordu. Hacı
Bayram Hazretleri: "Evlâtlar! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun için
yola çıkıp sizi bekledik. Sultanımızın fermanı başımız üzerindedir. Haydi,
durmayınız, elimi zincirle bağlayınız; bir an önce gidelim!" buyurdu. Bu
sözlere iyice hayret eden görevliler: "Sizi yanlış anlatmışlar efendim.
Size karşı edepsizlik etmekten hayâ ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklımızdan
geçmez. Mademki emrediyorsunuz, buyurunuz gidelim." derler ve Hacı Bayram Velî'yi sultanın huzuruna getirirler.
İşin aslı anlaşılmıştı. Sultan Murad Han, söylentilerden hareketle devletin selâmetine
kasteden ve tahtına göz diken bir eşkıya beklerken, karşısında; nur yüzlü,
kâmil bir velî görünce onu başköşeye oturttu.
Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan;
"Yolculuğunuz zahmetli oldu herhalde." dedi. Hacı Bayram Velî ise tebessümle; "İyi bir vesile oldu. Birçok
yerde ve buralarda epeyce maneviyât âşıkları gördük
ve tanıştık." diyerek, padişahı rahatlattı. Sohbete başladılar. Hacı
Bayram Velî konuştukça, ilminin yüksekliği daha iyi
anlaşıldı. Padişah onu Ankara'dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü,
tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi. Pek çok ihsanda bulunup, hediyeler
verdi. Fakat Hacı Bayram Velî: "Sultânım! Bizim dünya malında gözümüz yoktur. Siz onları,
ihtiyacı olanlara veriniz." diyerek hediyeleri kabul etmedi.
Baş başa sohbet ettikleri
günlerin birinde; konu İstanbul'un fethine gelmişti. Murad
Han: "Allahü Teâlâ'nın izniyle, evliyanın himmet
ve bereketleriyle İstanbul'u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han bu işe girişmişti. Fakat bir netice elde
edemedi. Devlet-i Âl-i Osman'ın topraklarının
ortasında bir Bizans Devleti'nin olmasına gönlüm hiç razı değil. Sevgili Peygamberimiz'in de (sallallahü
aleyhi ve sellem) fethini müjdelediği bu İstanbul
bize lâzım. Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum." dedi.
Murâd Han bu sözleri söylerken, Hacı Bayram Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu. Sultanın
sözü bittikten bir süre sonra: "Sultanım! Bu şehrin alınışını görmek ne
size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul'u almak, şu
beşikte yatan Muhammed'e (Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn'e
nasîb olsa gerektir." müjdesini verdi.
Hacı Bayram Velî
Edirne'de bulunduğu müddet zarfında, camilerde vaaz verip, halka nasihatlerde
bulundu. Edirneliler de onu çok sevdi. İnsanlar onun hangi camide nasihat
edeceğini öğrenir ve oraya akın akın giderlerdi.
Padişah da onun Edirne'de kalmasını istiyordu. Fakat Hacı Bayram Velî, Ankara'ya talebelerinin başına dönüp, onları yetiştirmeye
devam etmek istediğini bildirdi.
Hacı Bayram Velî,
Ankara'ya Sultan Murâd Han'ın verdiği fermanla geldi.
Fermanda, Hacı Bayram Velî Hazretleri'nin
talebelerinin yalnız ilim ile meşgul olmaları için, vergi ve askerlikten muaf
tutulduğu bildiriliyordu. Bunu duyan pek çok kişi, vergi ve askerlikten
kurtulmak için Hacı Bayram Velî'nin talebesi olduğunu
söylemeye başladı. Bunlar o kadar çoğaldı ki, Ankara'nın mâlî
ve askerî düzeni bozuldu. Sonunda Sultan, Hacı Bayram Velî'den
talebelerinin bir listesini istemek mecburiyetinde kaldı.
Hacı Bayram Velî
de, Ankara'nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kurdu ve:
"Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada
toplansın." diye ilân etti. Hacı Bayram Velî'nin
talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip
meydanı doldurdu. Hacı Bayram Velî:
"Dervişlerim! Bana intisâb eden talebelerimi
bugün burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını
bana feda eden, çadıra girsin." buyurdu. Bütün talebeleri bir korku aldı.
Bir uğultu yükseldi. Vergiden kaçmak için talebe görünenler; "Bu ne biçim
mürşit; bu nasıl müritlik!" diye söylenip duruyorlardı. Hacı Bayram Velî de, eline keskin bir bıçak ile çadırın kapısında
beklemeye başladı. Bu sırada topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı
yararak doğruca çadırın içine girdiler. Arkalarından Hacı Bayram Velî de girdi. Daha önceden çadıra koyduğu koyunu içeride
hemen kesti. Kırmızı bir kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören herkes hemen
kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram Velî: "Anladık ki, bu kadar talebemiz varmış.
Bunlardan başka herkes, vergi vermek ve askerlik yapmak suretiyle, devlete olan
borcunu ödemelidir." buyurdu.
Hacı Bayram Veli, kendi döneminde
çok sayıdaki sevenleri sayesinde sahip olduğu büyük nüfuzu daima devlet için
kullanmış, onun tavsiye, fikir ve dualarını alan idareciler bunun bereketini
görmüşlerdir. Onu devlet için bir tehlike göstermek isteyenlerin bugün adları
bile hatırlanmazken, onun fikirlerinin ve manevi tasarrufunun hâlen
geçerliliğini sürdürdüğü, kabrinin her gün binlerce mümin tarafından ziyaret
edilmesinden ve ismi geçtiğinde hayırla yâd edilmesinden anlaşılmaktadır.
|
|
Hacı Bayram-ı Veli Camii
Sayı 111, Sayfa 44-45