Karakol; Türk Milletinin
tarih sahnesine çıkmasını takiben devlet olmasıyla birlikte sosyal hayatına
monte ettiği ve günümüze kadar süregelen ve adalete açılan ilk kapı konumundaki
bir kurumudur. O zamanlar, isim-fiil birleşmesiyle oluşturulan
"karamak" fiili ki, günümüz dilinde kullanımı olmadığından, sadece
karanlığı çağrıştıran manasıyla algılanmakta, kara sıfatının getirdiği
olumsuzlukları taşımaktadır. Karakol kelimesine, "karamak" fiilinin
ifade etliği mana doğrultusunda baktığımızda; bir toplumun, huzur ve
güveninin sağlandığı ve gözlendiği mekânlar anlaşılmaktadır. Milletimiz de,
onu bu manada algılamış olacak ki, bu gün "Karakol adalete açılan ilk
kapıdır" özdeyişini seslendirmektedir.
Zaman içinde
"karakol" ismine takılan bazı düşünce sahipleri, bu ismi değiştirmek
istemektedirler. Bunu anlamak mümkün değildir. Onlara ne oluyor ki, bu necip
milletin asırlardır herhangi bir değişime tabi tutmadan ilk günkü gibi
kullandığı kelimeyi değiştirmek istiyorlar. Karakolu veya "karakol"
kelimesini kaldırmak isteyenler, bu anlatımın yerine neyi ikame edeceklerine
dair herhangi bir açıklamada bulunamıyorlar.
Ayrıca, halkın
karakollarından vazgeçeceğine dair herhangi bir dayanakları da yok. Acaba halk,
geceleri rahat uyumasının en büyük dayanağı olan karakollarının kapanmasını
veya isminin değişmesini istiyor mu, bilmiyorlar. Böyle bir araştırmaları da
yok. Sadece kapatacağız diyorlar. Diyorlar da, yerine neyi ikame edeceklerini
söyleyemiyorlar.
Herhangi bir karakol
mıntıkasında oturan insanlara, "Karakolunuzu seviyor musunuz ?" diye
sorulursa, belki "sevmiyorum" cevabi çokça alınabilir. Ancak bu soru,
"Karakolunuzun kapatılmasını istiyor musunuz?" diye sorulursa, büyük
bir çoğunlukla "hayır" cevabının alınması da pekâlâ mümkündür.
Karakollar, milletin
adliyeyle olan iş ve işlemlerinin giriş kapısıdır. Avukatlara danışacak kadar parası
olmayanlar, mıntıkalarındaki karakollara giderek bilhassa karakol amirlerinden
görüş sorar, fikir alırlar. Milletin yaşantısıyla bu kadar iç içe olan
karakolların kapatılması veya millete manasız gelecek bir isimle
isimlendirilmesi, milli kültürün dayatmayla tahrip edilmesi anlamına gelir.
Eski
Türklerde, bazı sözlere ‘ol, vol’ gibi eklerin ilavesiyle bir takım sıfatlar
türetilmekteydi. Mesela; kara vol; asker, yasa vol; yasakçı ve benzeri gibi. (Osman
Nuri,1329: 927) Kara vul; savaşta düşmanın ani saldırılarının önlenmesi için
sınır bölgelerine çıkarılan piyade veya süvari askerlerinden oluşan gezici veya
yerleşik gözcü ve nöbetçilere verilen addır. (Büyük Larousse-12. Cilt)
Karavul, yani karakol yeri
olarak kale kulesi, Türkçede oldukça geç çağlarda görülen sözlerden birisidir.
Anadolu’ya İlhanlı hâkimiyetiyle birlikte gelmiştir. Eski Anadolu metinlerinde
de karavul sözüne çokça rastlanır. Eski Anadolu’da karavul; genel olarak öncü
ve keşif kıtalarını anlatmak için söylenen bir söz olarak da kullanılmıştır.
(ÖGEL, 1978: 300)
Karakolun en eski şekli
‘kara vul’dur. Kıpçak diyalektiğinde ‘karamak’; bakmak, gözetmek anlamında
kullanılır. Avul ise; köy, kent gibi toplu iskân merkezlerini anlatmak için
kullanılır. Bütün bu anlatımların bileşik kelime halinde seslendirilmesi
sonucunda; bak, gözet ile köy, kent sözcüklerinin oluşturduğu bir kelime meydana
gelir. Netice itibariyle karavul; köyün, kentin bakıcısı, gözeticisi ve
koruyucusunun bulunduğu mekânlar anlamına gelmektedir.
Muhteviyatında, bakma ve
gözetme anlamlarını, taşıyan ‘karamak’ fiili ile sakçı (muhafız) ve nöbetçi
anlamındaki ‘kara avul’ deyimleri eski Türk Devletlerinde ve Altınordu-Kırım
kaynaklarında çokça geçmektedir.
Arkaik öz Türkçe bir deyim
bileşik bir deyim olan karavul, kara ul biçiminde olarak Türkçeden Rusçaya
geçmiştir. Rus dilinde kazandırılan anlamı da Kıpçak diyalektiğinde olduğu
gibidir. Rusçada kara ulun ödevi; bakmak, beklemek, dikkat etmek ve muhafaza
etmektir.
Doğu Türk diyalektiğinde
karavul ve Rusçada kara ul biçiminde yazıldığı görülen bu öz Türkçe deyim, eski
zamanlarda bizde de Arap harfleriyle ‘kara gol’ biçiminde yazılır ve öz Türkçedeki
anlamına uygun olarak kullanılırdı. Bu sıfatları taşıyanların görev yaptığı
binalara ‘kara gol hane’ deniliyordu. Benzeri şekilde, donanmada bu ve benzeri
görevi yapmak üzere ayrılan gemiye de '‘kara gol gemisi'’denilmekteydi. Günümüzde
dahi aynı isimle anılıp aynı görevi yapan gemi mevcuttur. Geçen zamana bağlı olarak değişime uğrayan
dilin, öz Türkçe olması için verilen gayretler sonrası bakmak ve gözetmek yeri
olan karavul, kara kol haneye dönüşmüş, nitekim hane sözcüğünün atılması
sonucunda ‘kara gol’ manasını kazandıktan sonra ses benzeşmesi sonucu
günümüzdeki ‘karakol’ yapılanmasını kazanmıştır. (AĞAT, 1978: 16)
Eski
Türklerde, tepeler üzerinde, düşman sarkmalarını gözetlemek ve beklemek üzere
özel yerler yapılırdı. Bu uygulama biçimini çok daha geliştiren Avarlar, biri
birini çok uzaktan görebilen tepeler üstüne sınırdan merkeze kadar uzanan
kuleler yapmışlardı. Düşman saldırısının söz konusu olması durumunda bu
kulelerde ateşler yakılarak bir sonraki kulede görevli olanın ikazı ve onun da
bir sonrakini ikaz etmesi sonucunda düşmanın ülke topraklarına girdiği merkeze
iletilirdi. Merkezdeki kuvvetler de silahlarını kuşanıp saldırı karşısında
savunma tedbirlerini alır ve gafil avlanmazlardı.
Benzer
anlatımlar Tonyukuk kitabelerinde de görülür. Mevcut kuruluşları devam ettiren
ve geliştiren Türk Milleti uygulama biçimini gittiği yerlere de taşımıştır.
Hükümranlık alanına taşıdığı kültür kimliğini elde ettiği diğer bilgilerle
güçlendiren ve yenileyen Türkler, karamak fiilinden çıkan ve eskiden beri,
kullanıla gelen karakol kelimesini ‘karak-ul’ diye tahlil ile gözetleyen, gözcü
mahalli manasına kullanmışlardır. (ORKUN, 1933:3931-3935)
Bugünkü
manasıyla karakol, gözetleme yeri manasına geldiğine göre, eski tanımıyla
askeri bir terim iken, sonraları şehirlerde ve diğer yerleşim birimlerinde kara
kol hane adı verilen mevkiler kurulmuş ve buralar da o yerleşim birimlerinin
asayiş ve güvenlik hizmetiyle uğraşan insanlar görev yapmaya başlamıştır.
(ORKUN, 1936: 44-46)
Eski
Türklerden itibaren asayiş ve güvenlik hizmeti görenlerin görev için bulunduğu
yer konumundaki karakol haneler, şehirlerin önemli ve aynı zamanda kalabalık
yerlerinde bina edilirlerdi. Planlanan hizmetin önemine göre ayrılan personelin
o gün için belirlenen ihtiyaçlarını karşılayacak konumda ve büyüklükte
yapılandırılmaları şarttı.
Türk Milletinin şan ve
şerefle dolu hayatında kurduğu en büyük ve en mükemmel devlet ve aynı zamanda
bir dünya devleti olan Osmanlı Devleti, bünyesinde taşıdığı Türk unsurlar ve
süre gelen kültür değerlerine binaen asayiş ve güvenlik hizmetlerini yerine
getirmek için geçmişte olduğu gibi karakollar kurdu. Bu güvenlik yapıları
vasıtasıyla halkının huzur ve güvenliğini sağlamaya başladı.
Devlet, yükselme devrine
girip yönetim ve sanatta aşama kaydetmesinden sonra, bir yönetim harikası olan
Yeniçeri Ocağını kurdu. Ülke savunmasında ve devleti oluşturan insanların
haklarının korunması esnasında, kendisini yüklenen görevleri eksiksiz olarak
yerine getirme başarısını gösteren Yeniçeriler, barış zamanında asayiş ve
güvenlik hizmeti görüyorlardı.
Kulluk (kolluk) adı verilen
karakol haneler, Osmanlı Devletinin Payitahtında, taşra şehir ve köylerinde
kullukçu veya kara kullukçu olarak adlandırılan ve bir başka kara kullukçunun
emrinde gece ve gündüz devriyeye çıkarak sokakların emniyet ve asayişini
sağlamaya memur; ekseriyetle Yeniçeri ocağından ayrılan askerlerin kaldıkları
yerlerdi. (TONGUR, 1934: 13-14)
Yeniçeri ocağından
ayrılarak, kulluk veya kolluk adı verilen binalarda hizmet veren Yeniçerilerin
dışında ayrıca, kulluk neferi denilen şahıslar da bulunurdu. Bunlara
karakullukçu da denilirdi. Karakullukçular, bellerinde iki adet bıçak
taşırlardı. Kuşaklarında aşağıya doğru sarkan zincirlerin uçlarında zil
bulundururlardı. Karakol hanede bulundukları zaman içinde ayaklarına kırmızı
yemeni giyerlerdi. Karakullukçular Yeniçeri ortalarından 32’nci ortaya mensup
idiler. Bu orta mensupları, ocağın meşhur ortalarındandı. Bu ortanın, yapılan
savaşlarda büyük yararlılıkları görülüyordu.
Karakol hanede bekleyen
kollukçular, geceleri ayrı bölgelere devriyeye çıkarlardı. Devriye esnasında
her türlü şüpheli şahsı tuttukları gibi, fenersiz gezenleri de derhal
yakalarlardı. O devirlerde sokaklar alabildiğine karanlık olduğundan, geceleri
sokağa çıkmak zorunda kalan insanlar, mutlaka fener taşımak zorunda idiler.
Fenersiz olarak ancak hırsızlar ve şüpheli şahıslar gezerlerdi. Budan dolayıdır
ki, fenersiz dolaşmaya cüret edenler derhal yakalanıyordu. (TONGUR, 1934: 13-14)
Ordunun geri hizmetiyle
görevli bir takım askerlere, Yeniçeri teşkilatındaki emir çavuşlarıyla emir erleri
ve Yeniçeri Ağasına bağlı imalathanenin sanatkârlarına da karakullukçu
deniliyordu. (TONGUR, 1934: 14) Kolluk neferlerinin zabit ve çavuşları da
vardı. Kollukçu çavuşu, karakol hanenin yazı işleriyle meşgul olurdu. Kollukçu
zabiti ise; karakol hanenin amiri konumunda olduğundan, bulunduğu mıntıkanın
tüm asayişinde bizzat sorumluydu.
Kulluklara bağlı
kullukçular, sorumluluklarına bırakılan bölgenin emniyet ve asayişini
sağlayarak bölge halkını korur ve yapılan hizmetin karşılığı olarak kendilerine
kulluk ve yasakçı hakkı verilirdi. (TONGUR, 1934: 14)
Karakol hanelerdeki kollukçu
neferleri, devriyede herhangi bir sebepten dolayı yakaladıklarını suçlamanın derecesine
göre sorgulanmak üzere Yeniçeri Ağasının evine veya makamına, ya da İhtisap
Ağasının konağına gönderir veyahut da kendi amirlerinin önüne
getirirlerdi.(ORKUN, 1933: 44-46)
İstanbul’un dışındaki şehir
ve kasabalarda da, mevcut karakollara benzeyen kulluklar vardı. Taşra
kullukçularına genellikle yasakçı denirdi. Bunlar da Yeniçeri Kul Kethüdası
tarafından tayin edilerek dokuz ay süreyle görev yerlerine gönderilirlerdi.
Bazen de değnek erleri adıyla anılan taşra yasakçılarının tayinleri, mahallin
kadısına, Yeniçeri Ağasının veya Sekbanbaşının bir mektubuyla bildirilirdi.
(TONGUR, 1934:)
Yeniçeri Ocağının vakayı
hayriyye hareketiyle lağvedilmesinden sonra kurulan Asakiri Mansurei
Muhammediye Kanunnamesinde belirtildiği gibi zabıta hizmetleri için yeterli
miktarda nefer ile birer yüzbaşı ayrıldı ve büyük kulluklara bağlı karakol
hanelere de onbaşılar atandı. (TONGUR, 1934: 34)
Hicri 1262 yılında, İstanbul’da,
Zaptiye Müşiriyeti kurulduğunda, kulluklar yeni zabıta teşkilatına intikal
etmiş olmakla birlikte; İstanbul ve taşra kulluklarına Asakiri Mansure yerine
rediflerin koyulmasından sonraki belgelerde kulluk sözünden bahsedilmemekteydi.
Zaptiye Nezareti idaresinde özellikle ‘karagol hane’ adına alan kulluklar gerek
bu nezaret devrinde, gerekse Osmanlı İmparatorluğunun en son yılları ile yeni
kurulan Türkiye Cumhuriyetinde de çalışma tarzını, anlamını değiştirerek gelişmiş
ve zamanla zabıta merkez ve karakolları oluştu. (TONGUR, 1934: 21)
Eski
adıyla karavul şeklinde söylenen, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise karagol
olarak adlandırılan ve bakmak, gözetmek anlamındaki karamak fiiliyle anlam
bulan Orta Asya doğumlu karakol, insanlık tarihi süresince sayısız devlet kurma
başarısını gösteren Türk Milletinin büyük önem verdiği kurumların başında
gelir.
Devletin otoritesinin en
somut göstergesi olarak yapılandırılan karakollar, İslam öncesi ve İslam sonrası
Türk Devletlerinde aynı önemi korudular. Bazen birbirini takiben kurulan, bazen
de aynı anda hayat bulan Türk Devletleri, zabıta yapılanmasının en sağlam
kurumlarından olan karakol yapılanmasını bir sonraki devlete veya aynı anda
yaşayan diğer Türk devletine de aşılama başarısını gösterdiler.
Günümüzdeki polis alt
kültürünü oluşturan zabıta yapılanması, zamana ve ihtiyaçlara bağlı olarak
gelişmesini sürdürdü ve Cihan Devleti olan Osmanlı’da mükemmelliğe ulaştı.
Bilhassa, Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u Bizans’ın elinden alıp ebedi
Türk ili yapmasının ardından önce İstanbul’da, daha sonra devletin egemenliği
altında bulunan diğer vilayetlerde uygulanmaya başlandı. Bu dönemde,
İstanbul’un çeşitli semtlerinde kulluk veya karakol hane adıyla zabıta yapıları
açıldı. Evliya Çelebiye göre, o zamanki İstanbul’da 87 tane Yeniçeri kulluğu
bulunuyordu. (ÇİFTÇİ, 1997: 78)
Karakollar, mahalli ve
askeri niteliklilerde olmak üzere ikiye ayrılabilirler. Mahalli olanlarda Zaptiye
neferleri, yani polisler, bulundukları semtin güvenliğini sağlarken; askeri
nitelikli olanlarda Asakiri Mansure ordusu gibi askeri birimler, emniyet ve
asayişten sorumlu olmuşlardı. Mahalli olanların bir alt grubu nokta karakolları
ve süvari karakollarıdır. Her karakolun bulunduğu bölgede ihtiyaca göre bir veya
birkaç noktanın kurulması gerektiği, 1913 tarihinde yürürlüğe giren Polis
Nizamnamesinde de belirtildi. Nokta karakollar, (Mevkiler) halkın güvenlik
birimlerine kolaylıkla ulaşabilmesi için uygun yerlere ahşaptan yapılmış,
kulübe niteliğinde küçük yapılardı. Süvari karakolları ise; şehir içinde kol
gezerken denetim yapan süvari polisleri (atlı polisler) için yapılmış karakollardı.
(ÇİFTÇİ, 1997: 79)
1854 tarihinden itibaren
yayımlanmaya başlayan Osmanlı Devleti Devlet Salnamelerinin (Yıllık) 1863
tarihli olanındaki istatistiklerde O zamanın İstanbul’unda 232 karakolun
bulunduğu anlaşılmaktadır. O zamanki İstanbul’un nüfusunun 600.000 civarında
olduğu göz önüne alındığında karakolların önemli oluşu meydana çıkar.(ÇİFTÇİ, 1997:
79)
O devirlerde inşa edilen
karakollar; su yapıları, dini, resmi ve ticari nitelikli yapıların bir ya da
bir kaçıyla ilişkili olarak konumlandırılmış ve günlük yaşantının odaklaştığı
birer sosyal merkez oluşturulmuştur. Karakolların daha çok çeşmelere yakın
olarak yapılandırıldıkları, hatta bazılarının Bursa Balık Pazarı Karakolunda
olduğu gibi çeşmeyle birlikte tasarlandıkları tespit edilmiştir. Daha sonra
cami, kilise ve diğer dini yapılarla beraber görülen karakolların önemli resmi
yapılarla da ilişkisi olduğu gözlenmektedir. (ÇİFTÇİ, 1997: 79)
Karakollar, içyapı olarak
bölgenin özelliklerine göre biçimlendirilirlerdi. Bölge kalabalık ve asayişi
sorunlu ise, yapılandırılacak karakol kalabalık bir görevli topluluğunun
ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte yapılandırılırdı. Bu gibi karakol
binalarında; karakol amiri için resmi iş odasıyla hususi misafir kabul odası,
görevli personel ile karakol amiri için yatak odaları, okuma ve dinlenme
salonu, yemekhane, mutfak ve haberleşme odası bulunurdu. (FERİDUN, 1910: 332)
Osmanlı İmparatorluğunda
karakollara verilen önemden dolayıdır ki, devletin önemsediği kurumların
başında gelmişti. Bir zabıta karakolu, asayiş ve güvenliği sağlayan kişilerin
kaldıkları yer olmaktan öteye devletin otoritesinin bir göstergesi olarak
algılanmıştı. Bundan dolayı da yapılar zamanın mimarisi göz önüne alınarak en
görkemli biçimde yapılandırılmaya çalışılmıştı.
Zaptiye
Nezaretinin kurulması sonrası, İstanbul’un asayişi için önce merkezler,
ardından da karakol niteliğindeki mevkiler oluşturuldu. Karakteristik
özellikler arz eden mahaller bir merkezin etrafında toplandı ve o merkeze
ayrılan bölümde ihtiyaca göre mevki adıyla küçük karakollar açıldı. Hasköy Polis
Merkezinden İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazılan yazıda: Merkezin bağlı karakollarından olan
Halıcıoğlu ve Yenimahalle Çarşı Mevkii Karakollarından bahsedilmekte olup,
merkezlere bağlı olan mevkilerin başlarında birer serkomiser bulunan merkezlerden
daha küçük nitelikli karakollar olduğu anlaşılmaktadır. (Yazı, 1910: 1)
Her polis merkezi ile o
merkeze bağlı mevkiler için bir bölük tahsis edilmişti. Ancak acil durumlarda
mutasarrıflıklarca veyahut polis müdürlüğünce görülen lüzum üzerine bölük
yapılanmasındaki irtibatlarının kesilmemesi kaydıyla bir merkezden bazı
komiser, komiser muavini veya polis memurlarının nakilleri yapılabiliyordu.
(ALYOT, 1947: 194)
Merkezlerde veya merkezlere
bağlı mevki karakollarında bulunan ve geceleri kol gezen zabıta kuvvetleri,
yalnız sokakları değil, sorumluluk bölgesinde bulunan mahalle veya mahallelerin
en kuytu yerlerini ve hatta mezarlıklarını dahi dolaşırlardı. Çünkü mezarlıklar
bugünkü gibi muhafaza altında olmadığından gireni, çıkanı belli olmayan,
kapısız, duvarsız yerler konumundaydı. (FELEK, 1982: 26)
Emniyeti Umumiye
Müdüriyetinin kurulup, Dâhiliye Nezaretine bağlanmasından sonra, günümüzdeki
polis yapılanmasına geçen polis birimleri, polis merkezi ve polis mevkii
karakolları yapılanmasını terk etmedi. Merkez ve mevkileri re organize etmek
için her an bir çaba içinde oldu. Öyle ki, yeniden yapılandırılan ve
polis-vatandaş birlikteliği sonrası çağdaş ve kullanma kolaylığına sahip polis
merkez ve karakolları yapılmaya başlandı. Ülke çapında başlatılan çalışmalar
sonucunda bilhassa İstanbul, İzmir, Bursa, Manisa, Aydın, Antalya ve Trabzon
illerinde yeni merkez ve karakollar inşa edilmeye başlandı.
1920 yılının sonlarına
gelindiğinde İstanbul ilinde 34 adet polis merkezi ile 218 polis mevkii karakolu
bulunuyordu. Bu merkez ve karakollarda görev yapan polis amir ve memurları,
genellikle görev yaptığı merkez veya mevki karakolunun mıntıkasına yerleşmiş,
mahallesini ve semtini geçen yıllara paralel olarak tanıma başarısını göstermiş
kimselerdi. Adetlerinin çok olmamasına karşın polisiye uygulama ve taktikleri
de modern değildi. Ancak çok şiddetli idi. Bundan dolayı suçlular polisten çok
korkardı. (FELEK, 1982: 21-22)
SONUÇ
İnsanlık tarihiyle birlikte
dünya sahnesine çıkan, Türk milletinin kültürel yapılanma ve gelişiminin en
önemli kurumlarından olan ve zabıta hizmetlerinin görüldüğü yer konumundaki
karakollar, eski söyleniş biçimiyle; bakma ve kollama yerleri olarak zabıta
kültürünün temel taşlarından birisini oluşturdular. Onlar, günümüzdeki bazı
insanların söylemek istediği gibi karanlık yerler değildir. Geçen zamanla değişime
uğrayan ve mastarsız olarak kullanılan 'kara' sözcüğünün yukarıda izah edilen
asıl manasının unutulmuş olması ve günümüzde siyah sıfat şeklinde algılanması bu
biçimsiz yakıştırmanın doğmasına sebep olmuştur. Siyah sıfatından dolayı,
kafalardaki karanlık çağrışımı da, bazı bilinçsiz kafaların kendi kara
cahilliklerinin de tesiriyle aslında adaletin aydınlık kapılarına karanlık
sıfatının yapıştırılması sonucunu doğurmuştur.
Bütün bunlara karşılık
karakollar, kollama yerleri, karakolcular da kollama neferleri olma başarısını
göstermiş, sorumluluklarına bırakılan ve insanların insanca yaşamasının olmazsa
olmazlarından olan huzur ve güvenliklerinin korunma ve kollanması görevini
aksatmadan yerine getirmişlerdir.
Bu koruma ve kollama hizmetlerini o denli
itina ile yapmışlardır ki, günümüzde karakollar için söylenen "Karakollar
adalete açılan ilk kapıdır" veciz sözünün doğmasına sebep olmuşlardır.
KAYNAKÇA
1-AĞAT, Nurettin, Karakol Deyiminin Anlamı Üzerine, Polis
Emeklileri Polis Dergisi, y.12, s.156, İstanbul-1978.
2-ALYOT, Halim, Türkiye'de Zabıta, Kanaat Basımevi,
Seri III, s.4,1092 sayfa, Ankara-1947.2-
3-Büyük
Larousse-Sözlük ve Ansiklopedisi, c. 12.
4-ÇİFTÇİ, Aynur, "Dönemleri Üslupları ve Kentsel Dokudaki
Konumlarıyla Tarihi İstanbul Karakolları", AD Art Decor Aylık
Dekorasyon ve Sanat Dergisi, y.5, s.51, ISSN 1300-5936 Hürriyet Gazetecilik ve
Matbaacılık A.Ş. Haziran, İstanbul-1997.
5-ERGİN, O.N, Mecelle-i Umur-ı Belediye, 3.Cilt,
c.l, Sayfa 927.
6-FELEK, Burhan, Eski Devirlerde Asayiş, Geçmiş Zaman Olur ki...
Felek Yayıncılık, Gül Matbaası, 208 sayfa, İstanbul-1985.
7-FELEK, Burhan, "Geçmişte Asayiş Meselesi", Polis
Emeklileri Polis Dergisi, y.24, s.298, İstanbul-1982.
8-FERİDUN, İbrahim, Polis Efendilere Mahsus Terbiye ve Malûmatı
Meslekiye, 332 sayfa, Dersaadet-1326.
9-Hasköy Polis Merkez
Memurluğunun 8 Haziran 1326 Tarih ve 347Sayılı Yazısı
10-ORKUN, Hüseyin Namık, Eski Türklerde Zabıta ve Karakol Sözlerine
Dair Bir Araştırma, Polis Dergisi y.23, s.309, Ankara-1936.
11-ORKUN, Hüseyin Namık, Karakolların Tarihine Dair, Polis
Dergisi. Y.27, s.9-320, Ankara-1933.
12-ÖGEL, Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür
Bakanlığı Yayınları 244, Kültür Eserleri 13, 5 Cilt, c.l, sayfa 300-301, Milli
Eğitim Basımevi, İstanbul-1978.
13-TONGUR, Hikmet, Zabıta Tarihinde Kulluklar, Polis
Dergisi y.33, s.350, Ankara-1934.
*Eyüp Şahin, I.Sınıf Emniyet Müdürü, Arşiv ve Dokümantasyon Dairesi Başkanı, Türk Polis Tarihi Araştırma Merkezi Başkanı, sahineyup61@gmail.com