Emir Verme (1)
Yanlış emir veren Osmanlı’nın Sadrazamlarından Mahmut Nedim Paşa’nın başına geleni okuyalım:
“Sadrazam Mahmut Nedim Paşa, her nedense Padişahın başmabeyincisi/özel kalem müdürü Hurşit Bey’e darıldığından görevinden alınması hakkında kafasına göre Padişaha bir yazı yazdı. Zarfın üstünü mühürledikten sonra Hurşit Bey’in görmemesi için padişahın başkâtibi vasıtasıyla takdim olunmak üzere yaveri Abdülkerim Bey’e vererek saraya gönderdi.
Saray kaidelerine göre başmabeyinciye ‘Büyük bey’ denildiğinden Mahmut Nedim Paşa, ya bu tabirin mahalli kullanılışını yanlış belliyerek veyahut başkâtibe götür diyecek iken sürçü lisan olarak, verdiği zarfın ‘Büyük bey’e götürülmesini ve açıp okuduktan sonra padişaha takdim edilmesini kendisine söylemek üzere tembih etti. Yaver, Paşanın ifadesi veçhile büyük beye yani başmabeyinciye götürdü. Hurşit Bey zarfı açıp mazrufu okuyunca, ‘Lâ havle vela kuvvete illâ billâh’ dedikten sonra, ‘Oğlum! Sadrazam Hazretleri bu zarfı sana verirken ne buyurdular?’ diye sordu. Yaver de, ‘Al bunu, Büyük beye götür, açıp içindekini okuduktan sonra padişahımıza takdim etsinler’ dediğini söyledi. Hurşit Bey yazıyı bir daha okudu ve aynı suali tekrar etti. Yaver de evvelki cevabı verdi. Bu hâl üç defa tekerrür eyledi.
Yaver geri döndüğünde keyfiyeti Paşaya anlatınca, ‘Ne yaptın! Zarf başkâtibe gidecekti’ diye telaşla bağırıp çağırıp küplere bindi ise de iş işten geçmiş bulundu.
Bu hadise, o sırada Sadrazam Mahmut Nedim Paşa aleyhinde Sultan Abdülaziz’e vuku bulan şikâyet ve telkinlerin Başmabeyinci Hurşit Bey tarafından da teyit ve tasdikiyle onu görevden aldıracağım derken kendisinin sadrazamlıktan azline başlıca bir sebep teşkil etti.”
İşte böyle yanlış emir vermek bazen insanın görevden alınmasına bile sebep olabiliyor. Öyleyse emir vermek öyle basit bir iş değildir.
İdarede işler, birinin emretmesi ve diğerinin denileni yapması ile yürür. İş ve işlemleri yürütebilmek için insanlara laf anlatmak, söz geçirebilmek idarenin en zor taraflarındandır. Çalışanları düzene sokmak, her birine söz geçirmek, doğru olana bağlamak ve emirlerin yerine getirilmesini sağlamak, kuvvetli bir irade ve bir o kadar da maharet isteyen bir kabiliyettir.
Liderin Kitabı isimli eserimde emir vermeyi şöyle tarif etmişim: “Emir, yetkili amir tarafından göreve ait bir talep veya yasağın ast durumundaki kimseye sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir.”
İdarede kuraldır, “Verilen emir takip edilir; alınan emir yapılır.” Emirlerin yerine getirilmesi teşkilatın ve hiyerarşinin temeli, her görevde başarıya giden bütün yolların başı olan disiplin demektir. Emrin yerine getirilmemesi amirin otoritesizliğine delalet eder. Verilen emirlerin yerine getirilmediği teşkilatta otorite boşluğu var demektir.
Emir verme sanatı şu iki temel prensibe dayanır: Emredende olması gereken irade kuvveti ve emir alanın ruhunun keşfi.
“Emir almasını bilen emir vermesini de bilir”se; emir vermesini bilen sonuç almasını da bilir.
Adamların seçkin, kendin bıçkın, kılıcın keskin, emirlerin de geçkin olsun.
Bakınız “Emir verme” konusunda Alman Profesörü F. Wilhelm Foerster neler söylüyor;
“Hakikatte genel ve meslekî tahsilde emir verme sanatını öğreten bir meslek kolu yoktur. Emir verme tekniğinde anadan doğma dirayete, yahut şahsi tecrübelerimizden edindiğimiz bilgilere terkedilmiş bulunuyoruz. Esefle söyleyeyim ki, tatbikatçılar ve nazariyeciler bu problem üzerinde bugüne kadar çok az fikir yormuşlardır.
Askerî neşriyatta da emir verme pedagojisi hakkında yazılanların pek kısır olması garip değil midir? Hâlbuki, bütün askerlik mesleğinin verimi, kumanda tekniğine dayanmıyor mu? Yüksek mevkilerde bulunup da emir ve kumanda sanatının sadece sesteki enerjik tona bağlı olduğunu sananlar az değildir.”
Bu konunun devamını Truva Yayınlarından yeni piyasaya çıkmış olan “Liderin Kitabı” isimli kitabımdan özetleyerek anlatmak istiyorum. [*]
EMRİN ÖZELLİKLERİ
Emirler, genel veya özel olabilir. Sadece bir işin yapılması için emir verilirse bu özel emir olur. İşlerin daha süratli, verimli ve düzenli yapılması içinse genel emirler verilir. Bunlar da yayınlanan genelgelerde belirtilir.
Sözlü ve yazılı bir emrin özellikleri şöyledir:
Emirler açık ve anlaşılabilir olmalıdır. Dolambaçlı ve kapalı ifadeler kafa karıştırır. Dolayısıyla bir emrin ne zaman, nerede, nasıl ve kimler tarafından yapılacağı gibi unsurları açık ve net olarak belirtilmelidir. Bunlar belirtilmeli ki emrin muhatabı konuyu iyi anlasın.
Karışık ve belirsizlik taşıyan ifadeler çoğu zaman, yukarıdan aşağıya doğru silsile takip eden teşkilat yapısında en uç elemana varıncaya kadar yozlaşır. Ve sonunda sizin istediğinizin dışında bir iş yapılmış olur. O zaman da siz, ‘Kardeşim! Ben ne dedim siz ne yapmışsınız?’ demek zorunda kalırsınız.
En iyi emir, en kolay anlaşılan emirdir.
Emirler mümkün olduğu kadar kısa olmalıdır. Özellikle yazılı emirlerde uzun ve süslü ifadelerin anlaşılması güç olur. Emirden maksat işin yapılmasını sağlamaktır, yoksa felsefenin incelikleriyle ahkâm kesmek değildir. Bir emrin kısa olması kolayca anlaşılmasına, uzun olması ise müphemliğe yol açar.
Emirler kesin olmalıdır. Başka deyişle, emrin başı ve sonu belli olmalıdır. Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan emirler emir alanı zor durumda bırakabilir.
Bir emrin amacı o emrin özüdür. Emir verirken özellikle emrin amacı açık ve net bir şekilde ortaya konmalıdır. İnsanları yanıltan ve yanlış yollara sevk eden emirler istenilen sonucun alınmasında sıkıntı doğurur.
Emir uygulanabilir olmalıdır. Uygulama kabiliyeti olmayan, afâki ve hayâli hususlar emrin konusu olamaz.
Bu konuda Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk’ün başından geçen bir olayı kaynağından okuyalım:
Atatürk anlatıyor; “Verdiğim emirlere göre tedbirler alınıp gerekli uygulamalara geçilirken, Ordu Komutanı Nurettin Paşa yanımda duruyor ve durumu seyrediyordu. Bir aralık, Kolordu Komutanını benim yanımdan uzaklaştırarak bazı emirler vermeye kalkışmış… Kolordu Komutanı bu emirleri uygulanabilir nitelikte bulmamış; ordu komutanı ile kolordu komutanı arasında neredeyse saygısızca bir çatışma durumu ortaya çıkmış… Kemalettin Sami Paşa, Nurettin Paşa’nın yanından biraz sertçe bir muamele ile ayrılmış. Bu durumun farkına vardım. Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa’yı yanıma çağırıp, sükûnet ve disiplini koruması gerektiğini söyledim. Daha sonra, yalnız olarak Ordu Komutanı Nurettin Paşa’yı çağırttım. Genel olarak bazı sorular sordum ve anlatmak istedim ki, kolordu komutanına verdiği emrin gerçekten de uygulanması mümkün değildir.
Komutanlar, emir vermiş olmak için emir vermezler. Gerekli, uygulanabilir olan hususları emrederler. Bir emir verirken, kendini, o emri yerine getirecek olanın yerine koymak ve emrin nasıl yerine getirilip uygulanacağını düşünmek ve bilmek gerekir.”
Düşünüp taşınmadan, hesapsız kitapsız emir verilmez. Rastgele bir emir vermektense hiç emir vermemek daha iyidir. Gelişigüzel verilen emir gelişigüzel yerine getirilir. Rastgele verdiği emrin peşine düşen amir, gülünç duruma düşer.
Verdiği emrin ne anlama geldiğini kendisi de anlamayan amir o emri derhal düzeltmelidir.
En kötü emir, sahibinin de anlamadığı laf kalabalığıdır.
Soğukkanlı olanlar daha sağlıklı emir verirler.
Napolyon için anlatılıyor;
“O, ben kendim şikâyet etmem’ der. Ve şu Orfeusvari sözü söyler;
‘Ben ya emrederim, ya da susarım.”
Tarihi kaynaklarda şöyle bir olay nakledilir:
“Fransa Kralı 16. Louis kendini şöyle anlatırdı; ‘Ben Tanrı’nın halkıma hediye ettiği bir hükümdarım. Hükmümün altındaki her kişi bana gözü kapalı itaat etmek zorundadır. Ben birine ‘Denize atla!’ emrini verince, hiç tereddütsüz suya atlamak zorundadır.’ Bu sırada Buise Dükü’nün koşarak kapıya yaklaştığını gören Kral bağırır:
– Nereye gidiyorsunuz Senyör?
Dük:
– Yüzme öğrenmeye Haşmetmaap!”
EMRİ ANLATMANIN ZORLUKLARI
Sözle verilen bir emri muhatabına anlatabilmenin çeşitli zorlukları vardır. Bilhassa uzunca anlatılması gereken durumlarda yanlış anlaşılmalar olabilir. İnsanların psikolojik yapıları sabit ve durağan olmayıp son derece karmaşıktır. Bunların içinde akıllısının, anlayışlısının, laf dinleyeninin yanında unutkanı, şaşkını, laf anlamazı da vardır. Ayrıca dengeli zihin yapısına sahip olanların da her anları bir olmayabilir. Yorgun, dalgın, sıkıntılı olduğu zamanları da olabilir.
Emir almak için bekleyen bu psikolojideki insanlar buna ilaveten, çok çeşitli zihinsel dürtülerin de etkisi altındadır. Bu insanlar değişik örflere, alışkanlıklara, korkulara, önceliklere ve olaylara farklı açıdan bakma gibi değişik mizaca sahip olabilirler.
O hâlde emir verilen maiyetin emri aldığı sıradaki ruh hâli önemlidir. Maiyetin kafası karmakarışıksa, gerilimli ve huzursuz bir hâldeyse o anda emir verilmemelidir. Böyle durumlarda emri alacak olan, emrin amacını ve ayrıntılarını kafasına yerleştiremeyecektir. Emir, ancak konuları anlayacak şekilde kendini hazırlamış insanlara verilmelidir. Ayrıca maiyetin, verilen emri tam olarak anladığına dair emri verene kanaat gelmelidir.
Emri alacak kişinin o andaki psikolojisinin emir almaya uygun olup olmadığı hususunda tereddüde düşüldüğünde; “Şu anda söyleyeceğim sözlere nüfuz edebilecek misin? Kafana yerleştirebilecek misin?” şeklinde sorular sorup ona göre hareket edilmesi daha uygundur.
Emri en iyi anlayanlar hassas ruhlu olanlardır.
Napolyon, “Yerinde ve zamanında istemesini bilen, daima dediğini yaptırır” demiş.
Emir verilen kişinin kültür seviyesi düşükse emri aşıp da amacından saptırmaması için bazen ne yapması gerektiğinin yanında, ne yapmaması gerektiğini de söylemek icabedebilir. Hatta bazen kültür seviyesi uygun olan kişiler bile amirine şirin görünmek için verilen emrin dışına çıkarak işgüzarlık edip amirin istemediği şeyleri de yapabilir ve bu şekilde işleri berbat edebilirler. Bu durumlara da dikkat edilmelidir. Ama emir fazlasıyla uygulandığında Ahmet Vefik Paşa gibi de yapmamak lazım herhâlde:
Kaynakta anlatıldığına göre; “Bursa Valisi olduğu sırada bir gün Ahmet Vefik Paşa Mudanya Kaymakamı’na, ‘Bursa yolunu falanca yere kadar ağaçlandır’ emrini vermiş.
Ormandan çıkan fideler çok geldiği için, ağaç dikim işi belirlenen yeri aşmış. Ahmet Vefik Paşa durumu incelemek için Mudanya’ya gittiği zaman, ağaç dikme işinin emir verdiği noktadan daha ilerisine gittiğini görünce, gösterdiği sınırı aşan fidanları söktürmüş.
Sebebini sordukları zaman, ‘Mudanya Kaymakamı verdiğim emri bu defa gereğinden çok yaptı, yarın da eksik yapabilir. Tamamını yapmaya alışmalıdır’ cevabını vermiş.
…!?”
EMRİN YAPILMASININ KURALLARI
Bir emrin yapılmasının da bazı kuralları vardır; alınan bir emrin aynen uygulanması esastır. Emirler emri alan tarafında değiştirilemez. Ancak, şartlar emri yapılamayacak bir hâle koymuşsa veya emir verilirken meçhul kalmış yeni durumlar ortaya çıkmışsa yahut da emrin yapılması büyük bir tehlikeyle ve ağır bir zararla sonuçlanacaksa amire bu durumlar anlatılarak yeni bir emir almak gerekir. Eğer amirden yeni emir alınmasına hâl ve zaman müsait değilse; emri alan kişi mesuliyeti üzerine alarak emri yeni vaziyete uygun şekilde değiştirerek yapabilir ve müsait olan ilk fırsatta da emri verene durumu bildirir.
Savaş, tabii afet gibi olağanüstü durumlarda bazen emirlerin kulak arkası edilmesi daha uygun olabilir. Zira böyle durumlarda öyle anlar olur ki, emredenin olay yerinden uzakta bulunması nedeniyle şartları tam olarak kestiremediğinden hatalı emir verebilir. Olaya yakın duran uygulayıcı, emrin apaçık hatalı olduğunu görürse ortama göre kendi karar verip uygulayabilir. Zira istisna teşkil eden böyle durumlarda içinde bulunulan şartlar emir komuta ilişkisini yok denecek seviyeye getirir. Müsait olan ilk fırsatta amire durum anlatıldığında, amir olan kişi durumu öğrenmekle emrinin aksine yapılan işin daha uygun olduğunu anlayacaktır.
Bu konuda Atatürk şöyle diyor;
“Her durumda ve her konuda talimat verenler o talimatı, uzakta ve özellikle talimat verenin içinde bulunmadığı şartlar altında uygulayan kimse arasında görüş ayrılığı olabilir. Esasta bir değişiklik yapılmamak şartıyla, durum gereğine göre idare edilir.”
Bir amirin verdiği emir yapılacakken daha üst makamdaki bir amirden bu emre muhalif ikinci bir emir alınırsa ne yapılacaktır?
Bu durumda ikinci emri verene önceki emir bildirilir. Eğer ikinci emri veren daha üst amir, kendi emrinde ısrar ederse bu emir uygulanır ve ilk emri veren amire bilgi verilir. Şayet daha üst amirden alınan emir bizzat kendisinden değil de dolaylı olarak ulaşmışsa ve önceki emri ona anlatmaya durum ve zaman da müsait değilse, vaziyete uygun olan emir kendi mesuliyeti dâhilinde yapılır ve durum daha sonra sıralı amirlere bildirilir.
Bir amirin talimatlarını doğrudan doğruya kendine bağlı maiyete vermesi esastır. Kesin mecburiyet olmadıkça kendinden iki veya daha fazla aşağı kademedeki görevlilere emir verilmemelidir. Bu tür emirler arada kalan amiri rahatsız eder. Böyle emirleri sık sık veren amirin teşkilatta otoritesi zaafa uğrar, itibarı da kalmaz.
Daha alt kademelerdeki makam sahipleriyle veya memurlarla muhatap olunması ve onlara emir verilmesi, aynı zamanda hiyerarşiyi de bozar. İlişkilerin karışmasına sebep olur. Buna rağmen bazen durum ve şartlar gereği ikinci ve daha alt kademedeki görevlilere emir vermek zorunda kalınabilir. Bu durumda emri veren Lider, emir verdiği ikinci kademedeki kişiye en kısa sürede durumu kendi amirine iletmesini söylemeyi de ihmal etmemelidir. Emir alan da ilk fırsatta kendi amirini bilgilendirmelidir.
EMİR VERMENİN USULÜ
Napolyon hakkında anlatılıyor:
“Adaleleri güçlü fakat sinirleri hassastır. Komut vermeye alışmış olduğu için, Onu zorlayan hiçbir şeye tahammül edemez. Eğer ceketi çok sıkıysa fırlatıp atar, keza ayakkabılarında en ufak bir sıkılık varsa da aynı şey olur. Böyle durumlarda hizmetkârlarının kulaklarını büker. Eğer merasim elbisesi giyecekse ceketini giymesine yardım ederken çok dikkatli olurlar. Zihni devamlı meşguldür; böyle anlarda kahvaltısını iter, sandalyesinden fırlar ve konuşarak, emirler yağdırarak geniş adımlarla gezinir. El yazısı, düşüncelerinin fırtına hızına ayak uyduramayan bir elin seri ve şiddetli kasılmasından ibarettir ki, bu bir nevi gayri iradi steno olup, birçok yeri yüzyıldır incelenmesine rağmen hâlâ deşifre edilememiştir.”
Emirler yüz ifadesi ciddi bir hâldeyken, anlaşılır bir tonla ve sese vurgu yapılarak verilmelidir. Zira emir verilirken takınılan vakar ve ciddiyet muhatapta sorumluluk hissi uyandırır.
Sarsılmaz ve bükülmez bir enerji ile verilen emir ruhlara burgu gibi nüfuz eder. Buna karşılık gayrı ciddi yüz ifadesi ve aynı tavırla verilen emir, gayrı ciddi yerine getirilir.
Emir vermede esas olan nokta insanlara söz geçirebilmek, onları etkileyebilmektir. İnsanların beyinleriyle birlikte kalplerini hatta ruhlarını kavrayan bir konuşma bir emirdir; ve en güzel emir de odur. Tarihte buna dair pek çok misal vardır.
Kendi ordusundan kat kat üstün Bizans Ordusunu yenerek Anadolu’nun kapısını Türklere açan Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın, Malazgirt Meydan Savaşına çıkarken askerlerine söylediği şu sözlerin, zaferin en büyük sebeplerinden biri olduğu söylenir:
“Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya şehid olur Cennet’e giderim! Sizlerden beni takibetmeyi tercih edenler takibetsin, ayrılmayı tercih edenler gitsinler. Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zira, bugün ben de ancak sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan gaziyim. Beni takibedenler ve nefislerini Yüce Allah’a adayanlardan şehit olanlar Cennet’e, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır! Ayrılanları ahirette ateş; dünyada da alçaklık beklemektedir!” dedikten sonra, atının üzerinde beyazlara bürünmüş Sultan son söz olarak da, “Öldürülürsem kefenim budur!” der ve şiddetli bir nârayla ileri atılır.
Emirleri el, kol ve baş hareketleriyle desteklemek fertleri ve toplulukları harekete geçirmede işe yarar. Bilhassa savaşlarda komutanlar tarafından bu hareket çok yapılır. Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’un fethinde atını denize sürmesi ve eliyle ileriyi işaret etmesi vücut diliyle emir vermeye örnektir. Mustafa Kemal Atatürk’ün de Kurtuluş Savaşı sırasında verdiği taarruz emirlerini kolunu uzatarak işaret parmağıyla verdiği bilinmektedir.
Hatta bakın Napolyon emir verirken sadece ne yapmış;
“Mayıs ayında, Napolyon’un Milano’ya girişinden tam iki yıl sonra, dört yüz gemi Toulon’dan yelken açar. Josephine kocası Napolyon’a limandan el sallar. Ve bütün muazzam mekanizma Liderin bir baş işareti ile harekete geçer.”
[*] Recep Muhlis GÜR-Mülkiye Başmüfettişi,Liderin Kitabı, Truva Yayınları, 439/2014